
GÖBEKLİTEPE: HİKAYENİN BAŞLADIĞI YER
Şanlıurfa şehir merkezinin 18 kilometre kuzeydoğusundaki Göbeklitepe aslında 1963 yılında, İstanbul ve Chicago Üniversitelerinin ortaklığıyla gerçekleştirilen “Güneydoğu Anadolu Bölgesi Tarih Araştırma Projesi” çalışmaları sırasında keşfedilmiş. Bölgeden ilk kez Peter Benedict’ in 1980 yılında yayımlanan “Survey Work in Southeastern Anatolia” yani “Güneydoğu Anadolu’ da Yapılan Araştırmalar” adlı makalesinde bahsedilmiş. Alanın gerçek değeri ise 1994 yılında, Heidelberg Üniversitesi’ nden Arkeolog Klaus Schmidt’ in ziyaretinden sonra başlatılan kazılar ile ortaya çıkmaya başlamış.
Yapılan çalışmalar sonrasında bölgenin tarihinin 12000 yıl öncesine uzandığı ve bir yerleşim yeri değil tapınak olduğu anlaşılmış. Tarih öncesi insanın inanç dünyasını yansıtan, hayvan figürleri ile zenginleştirilmiş bu tapınaklar eserin arkeoloji tarihinin en önemli keşiflerinden biri olmasını sağlamış. Böylece Göbeklitepe UNESCO tarafından 2011’ de Dünya Mirası listesine geçici, 2018’ de ise kalıcı olarak alınmış. Malumunuz ülkemizde de 2019, Göbeklitepe Yılı olarak ilan edilmişti.

Göbeklitepe Tapınağı:
Göbeklitepe mimarisinin en göz alıcı parçaları elbette T biçimli dikili taşlar. Ziyarete açılan merkez kazı alanında (D yapısı) bulunan 12 dikilitaşın yuvarlak planda dizilmiş ve araları taş duvarla örülmüş olduğu görülüyor. Bunlardan en büyük ikisi merkeze yerleştirilmiş ve birbirine bakar konumda. Bölgede büyüklüğü 1.5 m ile 5.5 m arasında değişen toplam 120 dikilitaş açığa çıkarılmış. Bunların yatay üst kısımlarının insan başını, dikey bölümlerinin de vücudu yansıttığı düşünülüyor ki bazılarında kollar, eller, parmaklar daha net şekilde tasvir edilmiş. Yani her ne kadar biz dikilitaş desek de bu yapılar aslında bir çeşit insan heykelleri. Çoğunun üzerinde hayvan ve bazı soyut sembollere ait kabartma ve oyuklar mevcut. Her bir kompozisyonun bir hikaye yada mesaj ifade ettiği düşünülüyor. Hayvan motifleri arasında boğa, yılan, ördek, akbaba, domuz ve tilki en sık görülenler.

Göbeklitepe Tarihçesi:
Bölgenin en eski kullanımının “Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ” a yani MÖ 9600-7300 yıllarına dayandığı ileri sürülüyor. Böylece tapınağın, bu büyüklükteki en eski anıt olmasının ötesinde birçok anlamda tarihin sıfır noktasını oluşturmakta olduğu iddia ediliyor. Şanlıurfa gezinizde böyle tarih ve arkeoloji terimlerine alışacaksınız bu arada. Göbeklitepe gibi Arkeoloji Müzesi de bu konuda hem bilgilendirici, hem ilgi çekici. Örneğin Neolitik Çağ, bizim bildiğimiz Taş Devri’ nin sonu aslında.
Neyse, konumuza dönelim. İnsanlığın göçebe olarak ve avlanarak yaşamını sürdürdüğünün zannedildiği bir dönemde, ileri düzeyde mimarlık gerektiren tapınaklar inşa edildiğinin ortaya çıkarılması tüm dünyada şaşkınlık yarattı ve ses getirdi bildiğimiz gibi. Zira Göbeklitepe’ nin keşfine kadar ders kitapları küçük göçebe gruplar halinde yaşadığı düşünülen avcı – toplayıcı toplulukları oldukça basit standartlarda anlatıyordu. Toplulukların bol ve güvenli besin kaynakları ile sanat ve dini ritüeller için boş zaman bulabilmelerinin ancak Tarım Devrimi’ nden sonra mümkün olduğu, avcı – toplayıcı toplulukların ise her gün besin sağlamak için uğraş vermek zorunda olduğu ve ancak hayatlarını idame edebildikleri düşünülüyordu. Oysa görüldü ki bu topluluklar oldukça gelişmiş ve çok yönlü bir sosyal yapıya sahiplermiş. Ayrıca buğday ailesinden bitkiler yetiştirildiğine dair emareler de bulunmuş. Yani, tarım yerleşik hayatı değil de, aksine ibadethanelere yakın olma arzusu sonucu gelen yerleşik hayat mı tarımı doğurdu?
Göbeklitepe Neden Bu kadar Önemli?
Böylesi bir tapınağı ve içindeki eserler ile etkinlikleri üreten kalabalık bir topluluğu bir araya getiren organizasyonun gelişmişliği, sanatçıların ve sanat anlayışının varlığı, ritüellerin çeşitliliği ve çiftçilik yapıldığına dair bulgular bilim dünyasının medeniyetin gelişimi, günlük yaşam ve dönemsel sosyokültürel yapılar hakkındaki görüşlerini gözden geçirmesine neden olmuş.

Göbeklitepe’ nin MÖ 8000 yıllarına kadar kullanımının devam ettiği ve bu tarihten sonra aktif olmadığı anlaşılmış. Ancak tapınağın öylece kaderine terk edilmediği, bilinçli bir şekilde toprak altına gömülerek adeta saklandığı düşünülüyor. Ve neden böyle yapıldığı sorusu hala gizemini koruyor. Bir gerçek var ki bu gömme işlemi taşların dış etkilerden korunmasını sağlamış. Mısır Piramitleri’ nden ve İngiltere’deki Stonehenge’ den yaklaşık 7500 yıl önce inşa edilen tapınağın o dönemde nasıl tasarlanabildiği sorusu ise hala cevap bekliyor.
Tapınağa yer olarak neden Göbeklitepe’ nin seçildiğini anlamak çok da zor değil. Kuzeyde ve doğuda Toros Dağlarına, güneyde Harran Ovasına, batıda Şanlıurfa’ ya bakan tepe; çok geniş bir alanı gören etkileyici bir manzaraya sahipken, kendisi de her yerden görülebiliyor. Ayrıca buradaki kireç taşı az rastlanır özellikte sert ve kullanışlı bir yapıdaymış. Böylece dikilitaşlar tek parça halinde çıkarılıp, işlenerek tapınağa yerleştirilmişler.

Göbeklitepe Müzesi’ ne Giriş:
Göbeklitepe’ ye Müze Kart ile girilebiliyor. 2035 yılına kadar eserin sponsorluğunu üstlenen Doğuş Grubu’ nun müze girişine kurduğu interaktif bölüm son derece başarılı. Fikir vermesi açısında şu kısa videoyu izleyebilirsiniz. Müze binasından tapınakların olduğu bölüme servisler mevcut. İsteyenler Harran Ovası manzarası eşliğinde ahşap yürüyüş yolundan da ulaşabilirler. A,B,C ve D olarak bölümlendirilen kazı alanı, yürüyüş gezi güzergahı ile çevrilmiş ve üstü kapatılmış durumda.
Şanlıurfa gezinizde Arkeoloji Müzesi’ ne uğramayı unutmayın sakın. Orada da Göbeklitepe’ den çıkarılmış bazı eserleri görebileceğiniz gibi “Urfa Adamı” gibi neredeyse Göbeklitepe ile yaşıt başka eserleri görebilirsiniz. Bu müzenin içeriğini, yerleşkesini, tasarımını ve planını çok beğendim. Şanlıurfa yazımız için tıklayabilirsiniz.


